Güzel Yarınlar İçin Temiz Bir Çevreyi Seçin
Yirmi birinci yüzyıl, şimdilik bilimde ve teknolojide insanoğlunun geldiği son nokta… Yeni birçok buluş, her gün hayatımıza giren yeni şeyler. Bilgisayarından tutun da tablet, akıllı telefon, internet ve daha birçok yenilik… Bu yeniliklerle birlikte dünya her gün biraz daha küçülüyor. Mesela, bugün bizi istediğimiz yere götüren otomobiller, otobüsler, gemiler, uçaklar, trenler ve daha neler neler hepsi biraz daha küçültüyor bu koca dünyayı. Öyle ki son yıllarda ortaya çıkan sosyal medya sayfaları (Facebook, Instagram, Youtube, Twitter vb.) bu koca dünyayı önce bir cep telefonuna sonra da o cep telefonunu avucumuzun içine sığdırmayı başardı. Yani yirmi birinci yüzyılda avucumuzun içine sığacak kadar küçüldü dünya. Tabi biz de -Türk Toplumu- bu küçülmeden aldık payımızı. Hatta en büyük payı da biz aldık diyebilirim. Tabi burada en büyük pay, teknolojiden toplum olarak gördüğümüz zararlar oluyor. Biz maalesef, çağımızın teknolojisine doğru adapte olamadık ve hayatımıza tabletleri, bilgisayarları ama en çok da akıllı telefonları ortak ettik. Hatta hayatımızı avucumuzun içinden yaşamaya başladık. Peki, biz hayatımızı avucumuzun içinden yaşarken kimse soruyor mu ‘dış dünyada neler oluyor?’ ya da ‘bu toplum nereye gidiyor?’ diye. Maalesef sormuyoruz. Çünkü pek sorgulayan bir toplum değiliz. Sorgulayan bir toplum olmadığımız için de sorgulamadan tüketiyoruz her şeyi. Sorgulayan bir toplum olmadığımız gibi üreten bir toplum da değiliz. Üreten bir toplum değiliz derken bilimden ve teknolojiden bahsediyorum. Teknolojiyi ve çağımızın yeniliklerini biz üretmediğimiz gibi en çok da yine biz tüketiyoruz. Tüketirken de çevremize hiç dikkat etmiyoruz. Çevremize çok ciddi zararlar veriyoruz. Bunun en bariz örneklerini de ben bizzat okullarda görüyorum. Okullarda derken ben lise öğrencisi olduğum için liselerden bahsediyorum. Liselerden bahsetmemin asıl sebebi lise öğrencisi olmam değil aslında. Liselerden bahsetmemin asıl sebebi, teknolojiden en büyük zararı bu okullarda eğitim alan gençlerimizin görüyor olması. Kendilerinin zarar görüyor olması yetmiyormuş gibi onlar, akıllı telefonlarla, tabletlerle meşgul olurken fiziksel çevreye de çok büyük zarar veriyorlar.
Peki, bu okullarda zarar gören fiziksel çevre nasıl? Bu sorunun cevabını arıyorsanız ülkemizdeki liselerden herhangi birine ders saatleri içinde bir gezi yapmanız yeterli. Ders saatleri içinde diyorum çünkü ders saatleri bitince, görevli hizmetliler temizliyor okulu. Hatta okul bahçesini temizlemek hizmetlinin görevi değilse istediğiniz zaman gidip okul bahçesini gezmeniz de bu sorunun cevabını almanız da yeterli olur. ‘O kadar kötü mü?’ dediğinizi duyar gibiyim. Evet, maalesef o kadar kötü. Okul bahçesinden tutun da sınıflardan lavabolara kadar her yer çöplük olarak kullanılıyor resmen. Neredeyse okuldaki bütün öğrenciler, kullandıkları mendilleri, yiyip içtikleri yiyecek ve içecek ambalajlarını, kırtasiye atıklarını ve hatta devletin ücretsiz dağıttığı kitapların yapraklarını işlerini bitirdikleri yere bırakıveriyor. Ve on metre kadar yakınında çöp kutusu varken yapıyor bunu.
Tabi hal böyle olunca çevreye de çevre diyesi gelmiyor insanın. Temiz çevreyi kirlettikleri gibi bir de zarar veriyorlar sınıflarındaki sıralara, masalara, duvarlara; okul bahçesindeki banklara, ağaçlara ve çimlere. Şimdi benim aklıma bir tek soru geliyor: biz gerçekten eğitim veriyor muyuz okullarda? Bence vermiyoruz. Çünkü bana göre eğitimin temel taşı saygıdır. Eğer saygıyı öğretemediysek geriye kalan, ideal, pozitif ve insan bilimlerini öğretmenin hiçbir anlamı yok bana göre. Peki, çevresine zarar veren, yaşadığı ortamı temiz tutmayan bir neslin önce kendisine sonra çevresine saygısı olabilir mi?
Tabi ki olamaz. Bu da demek oluyor ki biz saygıyı öğretemiyoruz okullarda ve sonuç olarak iyi eğitim veremiyoruz. Ben bunları anlatıyorum çünkü mevcut eğitim sistemimizde vatandaşlarımızı dolayısıyla geleceğimizi okullar yetiştiriyor. Okullarda da geleceğimize ve gelecekteki vatandaşlarımıza doğru bir eğitim veremeyince okullardaki durum sokaklara, caddelere, parklara, bahçelere, pazarlara, iş yerlerine ve evlere taşınıyor. Okullarında sınıflarını, bahçelerini kirletenler; bu kez sokakları, parkları, pazarları kirletmeye başlıyorlar. Bu çöplerin önemli bir bölümünü ise sigara izmaritleri ve alkol şişeleri oluşturuyor maalesef. Her gün sokağa çıktığımda gördüğüm manzara karşısında utanıyorum doğrusu.
Çevrenin bu pis, düzensiz görünüşü bize –Müslüman Türk Toplumu- hiç mi hiç yakışmıyor. Ben etrafımdaki insanları çevreyi kirletmemeleri konusunda uyardığım zaman aldığım cevap da oldukça can sıkıcı. Bana ‘çöpçüler ne güne duruyor canım.’ gibisinden oldukça çirkin bir cevap veriyorlar. Böyle bir mantık olabilir mi? Çöpçüler insan değiller mi? Onlar aldıkları üç kuruş para için sizin pisliğinizi temizlemek zorundalar mı? Tamam, bu onları görevi olabilir ama en güzel temizlik hiç kirletmemek değil mi? İşte bana ‘çöpçülerin işi ne?’ diye cevap veren toplumun içinde yetiştiği için bu nesil, ben öğretmenleri hiç suçlu bulmuyorum bu konuda. Bu neslin böyle yetişmesinin, çevrenin böyle kirli olmasının sebebi de yine biziz yani içinde bulunduğumuz bu toplum. Lafa gelince de ‘elhamdülillah Müslümanız, temizlik imandan gelir.’ Ama iş icraata gelince yok. Kötüleye kötüleye bitiremediğimiz, gâvur dediğimiz Avrupa kadar da temiz ve düzenli tutmuyoruz çevremizi. Biz böyleyken, Avrupalılara temizliği öğreten ecdadımıza nasıl layık olabiliriz? Müslümanız demeyle Müslüman olmadığımız gibi Osmanlı torunuyuz demekle de Osmanlı torunu olamıyoruz maalesef.
Ben şu ana kadar hep çevreyi kirleten çöplerden bahsettim ama çevre kirliliği sadece çöplerle bitmiyor.Bunun, hava kirliliği var, su (deniz, göl, içme suyu) kirliliği var, gürültü kirliliği var, görüntü kirliliği var, çevreye ve doğaya verdiğimiz zararlar var. Dedim ya iyi eğitim almış bir toplum değiliz. İyi eğitim almış bir toplum olmadığımız için de hepimiz ayrı ayrı özel araçlar kullanıyoruz. Kullandığımız bu özel araçların egzozundan çıkan zararlı gazlar da hava kirliliği oluşturuyor, içtiğimiz sigaranın dumanları da. Yine özel araçlarımızda kullandığımız kornalar ve sokakta bağıra bağıra yaptığımız konuşmalar gürültü kirliliğine sebep oluyor. Hani demiştim ya okullarımızda saygıyı öğretemedikten sonra ne öğretirsek öğretelim bir önemi yok diye. Şimdi buna bir örnek veriyorum: bir mimar düşünelim. Aşağı yukarı on altı yıl eğitim görmüş ve mesleğine sahip olmuş bir mimar. Bu da yetmemiş daha fazla para kazanmak için müteahhit olmuş bir mimar. İşte bu mimarın müteahhit olunca yaptığı ilk iş de ucuz, boş araziyi nerede bulursa beton yığınlarını, elli metrelik devasa mezar taşlarını oraya dikmek. Ve hiçbir plan yapmadan, hiçbir estetik kaygı gütmeden yapıyor bunu. Adına da bina dedi mi tamam. İnsanlar ev diye oturuyor bu devasa mezar taşlarında. Hal böyle olunca hiçbir plan yapılmadan yapılan bu binalar çarpık yani düzensiz ve bana göre oldukça çirkin bir şehirleşmeye sebep oluyor. Ben bunun adına görüntü kirliliği diyorum. Bir de en çok toprağın kıymetini bilmememize sinir oluyorum. Her boş bulduğumuz toprağa dikiyoruz beton binaları ve kendi mezar taşlarımızı. Bugün Türkiye’de ayağına toprak değmeden büyüyen çocuklar var. Ayağına toprak değmeden büyüyen bu çocuklarda toprağın kıymetini dolayısıyla bitkilerin ve hayvanların da kıymetini bilmiyorlar. Ve toprağın kıymetini bilmeyen bu çocuklar yarın yetişkin olduklarında toprağa, hayvanlara, bitkilere yani doğaya zarar veriyorlar. Ağaçları kesiyorlar, ormanları yakıyorlar, pikniğe gittikleri alanları belediyenin çöplüğüne çeviriyorlar. Doğayı ve hayvanların doğal yaşam alanını yok ediyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bir de tatil yapmaya gittikleri sahilleri, göl kenarlarını, akarsu yataklarını kirletiyorlar. Buralar kirlenince de denizler, göller, akarsular kirleniyor ve su kirliliği ortaya çıkıyor. Benim cennet vatanında kirlilikler saymakla bitmiyor maalesef. Toparlayacak olursak sorulacak tek soru: nereden geldi, nereye gidiyor bu toplum?
Peki, bu sorunların bir çözümü yok mu? Tabi ki var. Ve bu çözüm yine bu sorunların ortaya çıktığı okullarda bulunuyor. Biz okullarda öğrencilerimize saygıyı doğru bir şekilde öğretirsek, onlara matematik, Türkçe dersinden önce insanlık dersi verirsek bu sorunların da üstesinden kolayca geliriz diye düşünüyorum ben. Bu sorunların üstesinden geldikten sonra, çevreye gereken değeri ve hassasiyeti gösterdikten sonra göreceğimiz çok güzel günler var önümüzde. Bu yüzden önce iyi bir eğitim vereceğiz gençlerimize ve çeki düzen vereceğiz kendimize sonra da ulusumuzu gerçek medeniyet seviyesine çıkaracağız. Son olarak diyorum ki ecdadımıza layık olmak için, Türk’üz ve Müslümanız diyebilmek için, iyi bir gelecek için, güzel bir ülke için temiz bir çevreyi seçin.
Oğuzhan Gazi OKUMUŞ